sadık özdoğan Moderatör
ÜYELİK TARİHİ : 12/09/09 YER : ANKARA Yaş : 33 MESAJLAR : 872 Rep Gücü : 22 Tecrübe Puan'ı : 2546 Doğum tarihi : 10/04/91 RUH HALİ : Hangi Takımlı : galata saray İş/Hobiler : bilgisayarla ilgilenmek, şiir yazmak. Lakap : efsane Hakkımda : ben sadık özdoğan: lise 3 öğrencisiyim 18 yaşındayım.
| Konu: coğrafi keşifler Çarş. Şub. 16, 2011 1:10 pm | |
| Coğrafi Keşifler
--------------------------------------------------------------------------------
Bilinmeyen, bir anlamda esrar ve tehlike demektir, ama aynı zamanda, akla gelmedik zenginliklere ulaşma olanağını da kendinde taşır. İşte bu yüzden, bütün
keşif gezilerinin temelinde rastlantılar, çıkar duygusu ve insanların karşı konulmaz merakları yatar.
Tarihöncesi'nde yaşamış uzak atalarımıza göre Evren, yaşamlarını sürdürmeğe çabaladıkları topraktan ibaretti ve hayal güçleri, onları bu toprağın sınırlarını
aşmağa zorlamıyor, ancak yaşamayı sürdürecek olanaklar tükenince yeni yerler aramağa davranıyorlardı. Böylece, otuz bin yıl kadar önce, Asya'da yaşayan
avcı grupları av hayvanlarının göçünü izleyerek Amerika'ya gidip yerleşmişlerdi.
Mutlu Odisseus Gibi...
Dünyanın keşfine, ilkel beslenme kaygılarından büsbütün uzak nedenlerle ilk çıkanlar. Mısırlılar oldu. M. Ö. 3000 yıllarında, yeni ticaret pazarları bulma
amacıyla, Afrika kıyılarını dolaşmağa başladılar. Filoları böylece Etyopya'yı, sonra M.Ö. 1500'lerde Zambezia'yı keşfetti.
Milattan önce 600 yıllarına doğru, firavun Nekao'nun gönderdiği Fenikeli gemiciler üç yılda Afrika Kıtası'nın çevresini dolaşmayı başardılar: Kızıldeniz'den
yola çıkıp «Herkül Sütunları» (bugünkü Cebelitarık Boğazı) yoluyla Akdeniz'e girdiler. Kartacalılar da uzaklara seferler yaptılar: M.Ö. 500'de Hannon komutasına
verilmiş büyük bir donanma, Afrika'nın batı kıyılan boyunca Gine Körfezi'ne kadar gitti.
Bunların hepsi de her şeyden önce geçtikleri yolların gizemini korumağa kararlı tacirlerdi. Bunun için yolda rastladıkları gemileri batırmaktan veya sözde
rastladıkları korkunç canavarların öykülerini anlatarak rakiplerinin cesaretini kırmaktan çekinmiyorlardı.
Bu hayali canavarların, Yunanlıların ilk gezi hikâyelerinde büyük bir yeri vardır ve Yunan mitolojisinin bir bölümü bunlardan doğmuştur; Odisseia'da anlatılan
Odisseus'un serüvenleri buna örnektir. Bunanla birlikte, bazı serüvenlerin gerçek yanı vardır: sözgelimi Massilia'lı (geleceğin Marsilya'sı) bir Yunan
gemicisi, M.Ö. IV. yy.da İzlanda'ya kadar gidebilmiştir.
Kara parçalarının iç bölgelerinin keşfi genellikle kahraman öncüler sayesinde oldu, Yunanistan'dan yola çıkarak Hindistan'a ulaşan Büyük İskender bunun
en iyi örneğidir. Romalılara gelince, onlar, her şeyden çok Avrupa ile ilgilendiler ve Tuna'dan İskoçya'ya (o tarihlerde Dünya'nın ucundaki toprak anlamına
Koledonya deniyordu) kadar gezdiler.
Miladın başlangıcında Mısır'da yerleşmiş bir Yunan astronomu, Ptolemaios, çağının coğrafya bilgilerinin bir özetini yaptı. Hazırladığı harita, Avrupa'nın
tamamını, Kuzey Afrika'yı ve Asya'nın bir bölümünü kapsıyordu; yüzyıllar boyunca bu harita, coğrafyacıların yararlanabileceği tek ciddi belge olarak kalmıştır.
Büyük Keşifler
Bütün Ortaçağ boyunca, Hıristiyan âleminde Dünya haritası, sadece cenneti ve cehennemi bulunan bir Dünya'nın tasvir edildiği teorik bir şemadan, bir süsten
ibaretti. Halbuki bu dönemde, IX. yy.da Vikinglerin keşifleri önemli sonuçlara ulaşmış, bunlar 982'de İzlanda'dan geçerek Grönland'a ve 1000 yılında da
Vinland'a (belki Newfoundland Adası) gelmişlerdi. Ne var ki bu keşfin önemi, Avrupa'da herhangi bir yankı yaratmadı ve ancak İskandinav ülkelerinde ilgi
uyandırdı.
Avrupalıların Amerika'ya sızmaları gerçekten, XV. yy. sonlarında Kristof Kolomb'un serüveniyle başladı. «Yeni Dünya»nın güney kesiminin fethi, İspanyol
Conquistadorlarının (Cortes, Pizarro) eseri oldu: bunlar, eski Kızılderili imparatorluklarını yok ederek birkaç yüzyıl yürürlükte kalacak bir sömürge düzeni
kurdular. Kuzey Amerika'nın keşfedilmesi ve fethedilmesi ise özellikle Fransızlarla (Jacques Cartier, Samuel de Champlain) İngilizlerin (Venedikli Jean
Cabot) eseri oldu ve bu iki ulus uzun süre, sonradan Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'nın kurulacağı bu topraklardan kimin yararlanacağı konusunda
birbiriyle çatıştı.
Dünya'nın öbür ucunda ise, gözüpek gezginler Ortaçağ'ın sonlarından itibaren, «İpek Yolları»nı aradılar ve bu yollardan doğuya ulaşmağa çabaladılar. Bunlar,
ya efsanevi Büyük Han İmparatorluğu'nda Hıristiyanlığı yaymağa çalışan Willem Van Rubroek gibi din adamları, ya da Venedikli Marko Polo gibi tacirlerdi.
Marko Polo, uzun süre Çin'de kaldı ve anlattığı göz kamaştırıcı serüvenleriyle birkaç gezgin kuşağının merakını ve hayal gücünü kamçıladı.
XIV. yy.da Asya'ya giden deniz yolunu açma onuru ise Portekizlilere aittir. Portekizliler, Afrika'nın batı kıyılarını sistemli bir biçimde araştırdılar.
1487'de Bartolomeo Dias «Fırtınalar Burnu»nu (Ümit Burnu) aştı ve on bir yıl sonra Vasco de Gama bu yoldan, Afrika'nın doğu kıyısı boyunca yukarıya doğru
çıkıp Hindistan'a ulaştı. Portekizliler oradan, Arapların aleyhine, ticari etkilerini ta Selebes Adaları'na kadar yaydılar, yerleştiler.
Bir başka Portekizli, Macellan ise, XVI. yy. başlarında, İspanya hesabına ilk Dünya turunu tamamladı. Yazık ki, bugün adını taşıyan boğazı binbir güçlükle
aştıktan sonra, keşif gezisini sona erdiremeden öldü.
Dünya'nın Tanınması
Böylece, Kristof Kolomb'un seferinden sonra «büyük keşifler» yarım yüzyıldan kısa bir zaman içinde Dünya haritasını altüst etti. Rönesans sonlarında, coğrafyacılar,
ana çizgileriyle denizler ve karaların ayrımını öğrenmiş bulunuyorlardı: Ptolemaios'un eseri nihayet aşılabilmişti.
Bundan sonraki büyük geziler, bu bilgileri pekiştirmeğe ve gezegenimizin henüz ayak basılmamış bütün kesimlerini belirten beyaz lekeleri haritadan yavaş
yavaş silmeğe olanak sağladı. XVII. yy.da, Hollandalı gemiciler Avustralya ve Yeni Zelanda'yı keşfettiler, Don kazakları ise, Kamçatka'ya kadar, Sibirya'yı
aştılar,
XVIII. yy.da keşifler gittikçe daha bilimsel nitelik aldı: sadece yeni yeni topraklar tanınmakla kalınmadı, aynı zamanda buralarda yaşayanların âdetleri
de tanıtılmağa ve hayvan alemiyle bitki örtüsünün ayrıntılı dökümleri yapılmağa çalışıldı. Bu anlayışla, İngiliz Cook ve Fransız Bougainville ile La Perouse
Büyük Okyanus adalarını yakından incelediler.
XIX. yy. ve XX. yy. başlangıcı özellikle Avrupalıların Afrika'ya sızmalarına sahne oldu. Fransız Rene Caillie 1828'de Tombuktu'ya vardı ve İngiliz Livingstone
ile Stanley kıtanın merkezini dolaştılar. Arktika ve Antarktika'nın fethi de bu dönemde gerçekleşti: 1909'da Amerikalı Peary Kuzey Kutbu'na ulaştı ve iki
yıl sonra Norveçli Amundsen Güney Kutbu'na vardı.
Günümüzde kıtaların haritaları büyük bir doğrulukla çizilmiştir. Keşfedilecek hiç bir kara parçası kalmadığından insanların ilgisi de başka yönlere kaymıştır:
şimdi denizdibi araştırmalarıyla, yanardağların ve depremlerin incelenmesiyle, toprakaltının analiziyle (jeoloji) v.b. gezegenimizin sırlarını günışığına
çıkarmak söz konusudur. Öte yandan astronotik de uzayın keşfedilmesi yolunda çalışır: insanın Ay'da attığı ilk adım belki de sayısız yeni dünyaların keşfine
doğru bir başlangıç noktası olmuştur.
Nil
Nil Nehri'nin haritasını yapabilmek için yirmi beş yüzyıl gerekmiştir. Buraya ilk keşif gezisini, M.Ö. 457 yılında Yunan tarihçisi Herodotos, en yenisini
de 1952'de Fransız Jean Laporte yapmışlardır.
Doruklar
Büyük sıradağlar insanlar ta rafından XX. yy.da fethedildi: 1906'da Savola prensi Lulgi Amadeo, Afrika'da Ruvenzori'ye (5,119 m) tırmandı; 1950 yılında
Fransız Maurice Herzog, Himalayalar'da Annapurna'yı (8,078 m) fethetti; üç yıl sonra, Yeni Zelandalı Ermund Hillary, Dünya'nın en yüksek doruğuna, Everest'e
(8,880 m) ulaştı. | |
|